Atatürk’ün büyük kız kardeşi; Ablası Fatma
Ali Rıza ve Zübeyde çiftinin ilk çocukları Fatma idi. Fatma’nın doğum ve vefat tarihi konusunda net bir yıl verilememektedir. Doğumu 1871 yada 1872 olarak belirtilmektedir. Ölüm sebebi ise Verem.. Atatürk henüz doğmamıştı.
Atatürk’ün büyük erkek kardeşi; Ağabeyi Ahmet
1874 yılında doğduğu tahmin edilmekte ve Çayağzı’ndan veya Papaz Köprüsü’nden ayrılmadan önce dönemin ölümcül ve salgın hastalıklarından birisi olan ve kuşpalazı olarak bilinen Difteri hastalığı nedeniyle vefat etmiştir. Abisi öldüğünde Atatürk henüz 2 yaşında idi.
Atatürk’ün büyük erkek kardeşi; Ağabeyi Ömer
Ömer’in 1875 yılında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Onun da yaşamı ablası ve Ağabeyi gibi kısa sürecek ve hayata daha çocuk yaşlarında veda edecekti. Abisi Ahmet gibi onunda ölüm nedeninin difteri olduğu söyleniyor. O dönem ki sağlık koşullarının yanı sıra ailenin yaşamını sürdürdüğü yer olan Çayağzı bölgesi o zaman ki sıradan yerleşim yerleriyle dahi kıyaslanamayacak derecede kötü şartlara sahipti.
Gerek yiyecek gerek sağlık ihtiyacı gibi ihtiyaçların şehre inerek karşılanabiliyor olması, bölgenin iklimsel ve coğrafi yapısı yaşamayı yetişkin insanlar için yaşanmaz hale getirirken çocukların vefatı bir bir gerçekleşiyordu. Ahmet ve Ömer yakın tarihlerde vefat ettiği için Atatürk yine 2 yaşında idi.
Atatürk’ün küçük kız kardeşi; Makbule
Makbule, Mustafa’dan sonra doğduğu bilinmekte ve doğum tarihi olarak 1885 yılı gösterilmektedir. Mustafa’nın sonradan dünyaya gelecek ve vefat edecek kız kardeşi Naciye ile birlikte iki kız kardeşinden birisidir. Makbule’de Mustafa gibi ailenin Selanik’teki Islahane semtinin Ahmet Subaşı mahallesinde bulunan üç katlı evinde doğduğu bilinmektedir. Makbule hanım saf bir kişiliğe sahipti.
Mustafa Kemal (Atatürk), sonraki yıllarda bu saflığının neticesinde Makbule’nin olaylara verdiği tepkileri sık sık dile getirerek tebessüm içerisinde keyifli bir şekilde dile getirirdi. Babası Ali Rıza’nın vefat etmesi, annesi Zübeyde’nin Ragıp Bey ile evlenip bir müddet beraber yaşadıktan sonra 1913 yılında Birinci Balkan Savaşı patlak verir ve Balkan toprakları Osmanlı Devleti’nin elinden düşer bunun üzerine annesi Zübeyde ile beraber İstanbul’a taşınırlar.
İstanbul’da Beşiktaş Akaretler’de bir eve yerleştiler. Cumhuriyet’in ilan edilmesinin hemen ardından yine annesiyle birlikte Ankara’ya giderler ve ağabeyi Mustafa Kemal (Atatürk) ile birlikte Çankaya köşkünde ikamet ederler. Burada bir müddet kaldıktan sonra Zübeyde hanım rahatsızlanır ve tedavisi için İzmir’e gider. Daha sonra kendisi için Çankaya köşkü arazisi üzerine Camlı Köşk inşa edilir ve bir süre orada kaldı. Bu sırada soyadı Kanunu çıkarılmış ve Makbule hanım “ATADAN” soyadını almıştır.
Sonraki dönemde Makbule Atadan, Mustafa Kemal (Atatürk)’in isteği üzerine Fetih Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fıkrası’na(Partisi) girer. Parti bir müddet sonra kapatılınca Makbule Atadan siyasetten çekilir. Partideki görevi sırasında milletvekili Mecdi Boysan ile tanışan Makbule 1935 yılında Mecdi bey ile evlenir. Makbule Atadan, 18 Ocak 1956 tarihinde, 71 yaşında hayata gözlerini yumar.
Atatürk’ün küçük kız kardeşi, Naciye
Kesin bir tarih söz konusu olmamakla beraber kronolojik sıralama ve Makbule Atadan’ın görüşleri neticesinde, Naciye’nin doğum tarihi 1889 olarak bilinmektedir. Makbule Atadan’ın anlattıklarına göre; babası Ali Rıza efendi’nin vefat ettiği gün bakıcısının Naciye’yi yere düşürmesiyle ayağı kırılıyor. Naciye, daha 10 yaşında iken vefat eder. Atatürk o zamanlar 16 yaşındadır.
@Berna Korkmaz; Merhaba. Okuduğunuz yazı 2010 senesinde ansiklopedik kaynaklardaki veriler üzerinden derlenmiştir fakat sonradan bazı kaynaklarda çıkan haberler ile Naciye’nin doğum tarihinin 1893 değil 1889 olduğu, Ali Rıza Efendi’nin ise Naciye 40 günlük iken, 1889 – 1890 yılı başları gibi vefat ettiği doğrulanmıştır. Bu tarz eski tarihi veriler tanıkların dilinden aktarıldığı için tarih hataları olması gayet normal. Ayrıca “dadı” denildiği zaman aklınıza hemen para gelmemeli. Yakın akrabalardan biri yada ücret almadan bir tanıdık bakıcılık yapmış olabilir. Ki diğer taraftan şöyle bir durum var; Atatürk’ün rahmetli babası Ali Rıza Efendi hem bir memur, hemde kereste tüccarıymış. Maddi olarak sorunları olmayabilir.
ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ELBİSE KAVGASI
Çocukluğumda yaşadığım anılardan biri de Makbule ile Naciye arasındaki elbise kavgasıdır. Komşu kızın üstünde yeni elbiseyi gören Makbule ile Naciye, anneme, biz de yeni elbise isteriz, dediler.
Annem: ” Tabi olur, benim güzel çocuklarım. Ölçünüzü alır, size yeni birer elbise dikerim. Şunun şurasında bayrama ne kaldı? Bayram günü de yeni elbiselerinizle gezersiniz. ”
Birkaç günde elbiseler hazırdı. Makbule ile Naciye yeni elbiseleriyle kıvanarak gezdiler. Bir hafta sonra kız kardeşlerim eski elbiselerine dönüş yaptılar. Annem de yeni elbiseleri yıkayıp, ütüledi ve elbise dolabına astı.
Aradan zaman geçti ve arefe gününden bir gün önce evde bir gürültüdür koptu. Naciye bayramlık elbisesini giymek istemiş, üstüne olmamış, dar gelmiş ve bir yaş büyük ablası Makbule’nin elbisesini giymiş. Bunun gören Makbule Naciye’den elbisesini çıkarmasını isteyip sesini yükseltmiş.
Araya giren annem Naciye’ye neden ablasının elbisesini giydiğini sordu. Bunun üzerine Naciye: ” Ama anne, benim elbisem üstüme olmadı, çok dar geldi. Bir de ablamın elbisesini deneyeyim dedim. Tam geldi. Bayramda ben bunu giyeyim ha, ne dersin? ” Annem daha sonra elbiseyi Makbule’ye giydirmeye çalıştı ama dar geldi.
Annem: ” Tabi dar gelir. Siz büyüme çağındasınız. İki ay önce diktiğim elbisenin şimdi dar geleceğini düşünemedim. O zaman bayramda Naciye bu elbiseyi giyer, ben Makbule’ye iki gün içinde yeni elbise dikerim. ”
Annem aynen öyle yaptı. İki günde elbiseyi dikti ve Makbule bayramda bu elbiseyi giydi. Beni sorarsanız annemden rica etmiştim ve beni kırmadı. Bana bayramlık alınmadı. Babamın yokluğunda zaten kıt kanaat geçiniyorduk. Annemi zor durumda bırakmak istemedim.
Öğretmenim Atatürk – Bilgi Yayınevi – Sayfa: 21-22
Bir Öğretmenin Kaleminden ATATÜRK – Doğan Egmont – Sayfa: 16-17
ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUK ANISI: BALIKLARI SUYA ATTIM
Bir gün Makbule ile Naciye’yi yanıma alarak çiftliğin yakınındaki gölette balık tutmaya gittim. Ben oltayla balık yakaladıkça Naciye ağladı, yalvardı, balıkları suya atmamı istedi. Naciye ağlamasın diye, balıkları suya attım ve erkenden çiftliğe döndük. Zaten hastaydı, hastalığının ilerlemesinden korkuyordum. Çiftlikte elimdeki kovanın boş olduğunu gören dayım bana şöyle dedi:
” Vay Mustafa , bakıyorum göletteki bütün balıkları yakalamışsın. Bu kadar balık bize çok, yarısını köye verelim. Hani balıklar, oltana yakalanmak için, atılırlardı. Hani avladığın balıkları şanslı sayardın. Giderken bir kova daha istiyordun. Sen önce bu kovayı doldur da sonra ikinci kovayı iste. ”
Dayım konuşmasına devam edecekti fakat Makbule araya girdi:
” Mustafa abim, yakaladığı balıkları suya atmasaydı iki kova dolardı. ”
Bunun üzerine dayım: ” Nee, abin yakaladığı balıkları suya mı attı? Ama neden? ” diye sordu.
Makbule bu soruya şöyle cevap verdi: ” Çünkü Naciye balıklara acıdı ve her balık yakalandıktan sonra ağladı. ”
Naciye: ” Ben ağladım diye abim bir dolu balığı suya attı. ” dedi.
Dayım: ” Affet beni Mustafa.. Durup dururken haksız yere sana laf söyledim. Senin boşa konuşmayacağını anlamalıydım. Yarın ikimiz gideriz balık tutmaya. Yanımıza dört kova alırız. ” dedi.
Dayım konuşmasını bitirince bir an Naciye ile göz göze geldik. Kardeşim yalvaran bakışlarla bana bakıyordu.
Ertesi gün sabah kahvaltısından sonra dayım çiftlikte beni çok aradı. Bulamazdı tabi ki çünkü samanlığa saklanmıştım. Dayım, Mustafa, Mustafa, neredesin? diye bağırdıkça yanımdaki Makbule ile Naciye kıkır kıkır güldüler.
Benim Adım Atatürk – Puslu Yayıncılık – Sayfa: 21-23
Bir Öğretmenin Kaleminden ATATÜRK – Doğan Egmont – Sayfa: 21-22
ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUK ANILARI: KARANLIKTAN KORKMAM
On beş yaşlarındaydım. Manastır Askeri İdadisi’ne gidiyordum. (O zamanın lisesi) Yaz tatilinde dayımın çiftliğine gitmiştik. Komşunun oğlu Enver’le çok iyi arkadaştık. Ara sıra birlikte gezerdik. Bir gün Enver, bizim bağa gidip üzüm yiyelim, dedi. Ben de olur dedim. Annelerimizden izin alıp yola çıktık. Sağda solda fazla eğlendiğimiz için, karanlığa kaldık.
Enver: “İstersen dönelim. Sen şehir çocuğu olduğun için, karanlıktan korkarsın. Böyle durumlara alışık değilsin” dedi.
Ben karanlıktan korkmadığımı söyledim. Yola devam edelim dedim. Tarla kenarı, patika yol, ağaçlık alan derken, karanlık iyice çöktü. Yanımdaki Enver’i zor seçer oldum. Bir saat önce dağların kartalıyım diyen Enver, gel Mustafa dönelim, az kalmıştı ya, yarın gündüz geliriz, demeye başladı. Neyse ki sonunda bağa vardık ve birer salkım üzüm kopardık. Üzüm yiyerek çiftliğe döndük.
Öğretmenim Atatürk – Bilgi Yayınevi – Sayfa: 47
İLK ANDA CANIM SIKILMIŞTI
Bakla tarlasında yalnız başıma bekçilik yaptığım günlerden birinde öğle vakti kulübenin önündeki çardak altında uyuya kalmışım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, annemin sesine uyandım.
Annem: ” Dayısı şuna bak, Mustafa uyuya kalmış. Makbule dün pınardan soğuk su içince hastalandı ya, Mustafa bütün gece başında bekledi. Ondan uykusunu alamadı. Neyse ki Makbule’ye ballı ıhlamur içirdim de iyileşti ” dedi.
Dayım: ” Bırak canım uyusun. Benim en sevdiğim şeydir burada uyumak. Bu öğle sıcağında karga falan uğramaz. Bir yatsam iki saatten önce top atsan uyanmam ” dedi.
Bu konuşmaları duyunca ayağa fırladım. Uykuda yakalandım diye ilk anda canım sıkılmıştı ama Makbule’nin iyileştiğini duyunca rahatladım.
Bir Öğretmenin Kaleminden ATATÜRK – Doğan Egmont – Sayfa: 18
NACİYE KAYBOLDU
Dayımın bakla tarlasına Makbule ile giderdik. Bir gün Naciye de bizimle gelmek istedi. İlk defa benden bir şey istediği için olmaz diyemedim. Annemden izin çıkınca o gün üç kardeş tarlaya gittik. Naciye eline bir sopa aldı ve kargaların ardından koşturdu durdu. Bir ara Makbule ile uzun süren bir konuşmamız oldu.
Tarlanın ortasındaki kulübenin önüne oturduk ve yemeğe başlayacaktık ki, Naciye’nin yanımızda olmadığını fark ettik. Sağa baktık, sola baktık, Naciye neredesin diye bağırdık, Naciye yok. Neden sonra Naciye çıkageldi. Meğer karga peşinde koşarken çok yorulan Naciye kulübeye girmiş ve döşeğe yatıp uyumuş. Naciye’nin ortaya çıkmasıyla birlikte rahatladık ve yemeklerimizi yedik.
BAHÇEDEKİ KUYU
Ben yedi yaşındayken, babamı kısa süren bir hastalığın ardından kaybettik. O tarihlerde kadınlar bir işte çalışamadıkları için maddi sıkıntı içine düşmüştük. Onun için evimizin yanında bulunan küçük bir eve taşındık. Ertesi gün yeni evin bahçesine teftişe çıktım. Otların arasından yürüdüm. Sağda solda dut, erik, armut ağaçları vardı. Armut ağacının ilerisinde bir kuyu olduğunu gördüm. Kuyunun yanına sokulduğumda hayretler içerisinde kaldım. Yer seviyesinde olan kuyunun üstü açıktı. Annemi durumdan haberdar ettim. Annem komşumuz Ali Usta’yı çağırdı. Ali Usta kuyunun üstüne tahtadan bir kapak yaptı. Kilidi taktı. Anahtarı anneme verdi. Böylece kötü bir olay yaşanmadan kuyunun üstü kapatılmış oldu.
BENİ KOMUTAN SEÇERLERDİ
Yeni evimiz küçüktü ama bahçesi büyüktü. Bu bahçede komşu çocuklarıyla askercilik oynardık. Askercilik oynarken, beni komutan seçerlerdi. Ben de karşımda hazır ola geçmiş arkadaşlara çeşitli görevler verirdim. Onlar da, emredersin komutanım deyip koşarak uzaklaşırlardı. Üç beş dakika sonra geri gelerek görevi tamamladıklarını söylerlerdi. Daha sonra onları sıraya sokar, uygun adım yürütürdüm.
Bir gün bize tahtadan tüfekler hazırlayan marangoz Celal Amca oyunumuzu seyretmiş ve anneme: ” Zübeyde Hanım, Mustafa’yı askeri okula göndermelisiniz. Kendisi iyi bir komutan adayıdır. ” demiş.
Atatürk’ün Çocukluğu – Ezgi Yayınları – Yayın Yılı: Aralık 1994