Atatürk’ün Yüzünü Son Görenlerden Biri “E. Tümg. Remzi Güner”

Atatürk'ün Yüzünü Son Görenlerden Biri "E. Tümg. Remzi Güner"

O, 1928 doğumlu olmasına karşın sağlığında Atatürk’ü hiç görmemiş ama ölümünden sonra Ulu Önder’in yüzünü son gören az sayıdaki insandan biri. 10 Kasım 1953’te Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakli sırasında genç bir üsteğmen olan ve naşı taşıyan askerlere komuta eden Remzi Güven, 61 yıl önce yaşadığı o anları sanki dünmüş gibi Mehmetçik Vakfı Dergisine anlattı.

Tümgeneral olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekli olan ve aynı zamanda TSK Mehmetçik Vakfı bağışçılarından Remzi Güven’in evini bugün hala Anıtkabir’e nakil sırasında çekilen fotoğraflar süslüyor. Meslek yaşamı boyunca pek çok önemli görev yaptığını anlatan Güven, “hayatımda bir daha o günkü kadar heyecanlanmadım” diyor. Gerisini kendisinden dinleyelim:

Atatürk'ün Yüzünü Son Görenlerden Biri "E. Tümg. Remzi Güner"

“1951 yılıydı. Atış Okulundan dereceyle mezun olduğum için beni Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına merasim subayı olarak verdiler. Zaten bu görev sırasında Atatürk’ün Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakli sırasında takım komutanı olarak görevlendirildim. Görevi alır almaz tören provaları için Ağustos ayında çalışmaya başladık. Naklin hatasız gerçekleşmesi için her türlü detay düşünülmüştü. İşin iki safhası vardı. Birincisi, Etnografya Müzesi’nden alınarak top arabasına bindirilmesi. İkincisi de Anıtkabir’de top arabasından alınıp defnedileceği yere götürülmesi…

iki buçuk ayımız provayla geçti. Çeşitli tabut şekilleri üzerinde çalışmalar yaptık. Dar tabutla da geniş tabutla da çalıştık. Kimi; “omuzlarda taşıyalım” dedi. Kimisi de “yanda elle taşıyalım”. Ancak yanda taşıma toplumumuzun adetlerine uygun değildi. Son olarak, “Bu iş için bir ekip daha lazım. Ne olur, ne olmaz” dediler. Benim sınıf arkadaşım var, emekli Tuğgeneral Cemal Tezgörücü. O zaman üsteğmendi. Ona da Anıtkabir’de karşılama ve defin yapılacağı yere götürme görevini verdiler. Ben veya ekibim hastalık, kaza gibi herhangi bir nedenle törene katılamasaydık, büyük dert olurdu. Bu nedenle ikinci ekip düşüncesi doğruydu. On beş yıl sonra tahnit çözülecek ve Ata’mızın naaşı 10 Kasım 1953 sabahı tabuta konulacaktı. Atatürk’e 60 cm yüksekliğinde gül ağacından tabut yapıldı.

Tabutu taşımak için altına da kılavuz hazırlandı. Tabut onun içine girecek, askerler kılavuzun yanında hazırlanan yerlerden tutarak omuzlarına alacaklardı. Kılavuzun yüksekliği 12-13 cm. idi. 12 askerin tutabileceği kulp yapıldı… Sabah erkenden Etnografya Müzesi’ne geldik. Atatürk’ün naaşının bulunduğu odaya girdim.. Üzerinde Atatürk’ün naaşı ve yanında Atatürk’ün konulacağı gül ağacından tabut duruyordu. Atatürk’ün başında ve ayak ucunda birer kişi bekliyordu. Girdiğimde tam Atatürk’ün başını bağlıyorlardı. Çekine çekine doktor olduklarını düşündüğüm sivil kıyafetli kişilerin yanına gittim. “Affedersiniz, acaba mümkün mü, yüzünü açabilir misiniz?” dedim. Onlar da sağ olsunlar yüzünü açtılar, boynuna kadar olan kısmını gördüm. Hiç bozulma yoktu Dolmabahçe Sarayı’nda çekilen fotoğraflarda gördüğümüz gibiydi. Yüzünü gördükten sonra kefeni tekrar bağladılar. Atatürk’ü tabuta koymak için bizzat ricada bulundum, kabul ettiler. Ölümünün üzerinden onbeş sene geçmişti, hafiflemiştir diye düşündüm. Fakat kaldırdığımda ağırdı, normal bir insan ağırlığında..

Kaldırdım ama tabutun üzerine getirdiğimde kaskatı kesildim. Tabut 60 santim yüksekliğindeydi. Tabutun içine bırakmam lazımdı ama kollarım yetişmedi. Herkes heyecandan kasılmış durumdaydı. Orada bulunanlardan yardım istedim. O zaman onlar da toparlandı. Baş kısmından ve ayaklarından tutarak tabutun içine indirdik. Çok heyecan vardı. Herkes adeta nefesini tutuyordu. Zorlandım ama yerleştirdik. Tabuta konulduktan sonra kapağını örttük. On iki asker geldi, tabutu kılavuza yerleştirdik. Daha sonra bayrağı tabutun üstüne serdik, bayrağın uçmaması için gerekli önlemleri aldık. Ardından tören için saygı duruşu yapıldı. Katafalkın sağında altı, solunda altı asker vardı. Askerlerimizin hepsi seçmeydi… Tabutu omuzladılar. O anda bir korku sardı beni; “Ya askerin biri tökezler de tabut yere düşerse!” diye. Oysa iki buçuk ay prova yapmıştık. Böyle bir şey olursa korkunç olurdu. Sonradan o anın fotoğraflarına baktım. Kaskatı kesilmişim. Sonunda naaşı, top arabasına yerleştirdik ve benim görevim orada bitti.

Daha sonra arka yollardan Anıtkabir’e gittik. Anıtkabir’de Ata’nın toprağa verileceği yerde bir tünel vardı. Atatürk’ün toprağa verildiğine dair mazbata geldi. Herkes tabutun başına toplandı. Son bir kere daha görebilmek için ben de atıldım. Bir elim Menderes’in omzuna gelmiş. “Affedin” dedim. Tabii o heyecanla neler olduğunun kimse farkında değil. Yüzü tekrar açıldı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan gördü. Daha sonra tabutla toprağa verdik. Tüm Türkiye’de bulunan illerden getirilen topraklarla mezarı doldurduk. Aradan altmış bir yıl geçmesine rağmen hâlâ bugünmüş gibi hatırlıyorum. Benim için en önemli şey Atatürk’ü öldükten sonra da olsa görebilmemdi. Çocukken Kırıkkale’den trenle geçeceğini duymuştuk. İki kez istasyona koştum ama görememiştim. Atatürk öldüğü zaman 10 Kasım 1938’de, Kırıkkale’de, ilkokul 4’üncü sınıftaydım. Edebiyat hocamız Nazım Hoca derse girdi, ağlamaktan gözleri şişmişti. “Çocuklar Atatürk’ümüzü kaybettik. Atatürk’ümüz öldü” dedi. Hepimiz ağlamaya başladık. Çünkü onu sağlığında hiç görememiştim, kısmet böyleymiş.”

Mehmetçik Vakfına Bağışlar için:

http://www.mehmetcik.org.tr/bagis/